Tesadüfen başladığım dizilerden biri 'This is Not My Life'. Dizimax'te ilk bölümüne rastlayıp ta izlemeye başladığımda, yine bol soru sorduran, karşılığında az cevap veren, seyircisini sömürüp yavaş yavaş senaryosunu bir karmaşıklığa sürükleyen, sonra da içinden çıkamayan hale gelip tıkanacak tipik Amerikan dizilerinden biri zannetmiştim (Lost, Flashforward, Heroes gibi).
İkinci bölümü izlediğimde 'Truman Show ve Prisoner çakması kesin' dedim, acaba izlemesem mi dedim, üçüncü bölümde hafiften diziye ısınmaya başladım. Dördüncü bölümden sonra, Dizimax'te yayınlanan Cuma akşamlarını iple çekmeye başladım. (Tabi bu durum, blog yasağını başlattığı için Digiturk'ümü iptal etmeden önce oluyordu) Önceden her dizide yaptığım gibi hiç ara vermeden 12 bölümü ardarda izlemek yerine her hafta bir bölüm izleyeceğime eşime söz verdiğim için, ne yazıkki bu sefer irademi kullanıp, sabrederek sindire sindire izledim bu diziyi. En güzeli de, her bölümde hiç cıvıtmadan ölçülü verilen ipuçları sayesinde ne tempo düştü, ne de senaryo çıkmaza girdi. İlk sezon bitti, ve bu dizi bu senenin en heyecan verici yapımı oldu benim için. İlk sezon, inanılmaz bir keyif verdi.
Dediğim gibi dekorlarından, tarzından dolayı diziyi Amerikan yapımı sanmıştım. İzlerken farkettiğim acayip aksanın nereden geldiğini sonradan internetten öğrendim. Bir Yeni Zelanda yapımı bu dizi. Vay canına be, oralarda da kaliteli, dört dörtlük diziler yapıyorlarmış. Yüzüklerin Efendisi'nin memleketinden bunu beklerdim zaten. Gelecekte geçen dizinin tasarımları bana göre çok başarılı. Çok uzak bir gelecekte geçmese de, eşyalardaki, yaşayış tarzlarındaki, elektronik aletlerdeki çok abartıya kaçmayan minimal tasarımlar ve öngörüler çok tutarlı ve çok başarılı. Dizinin renk tonlarına da bayıldım, pastel tonlarında herşey.
Gelelim dizinin konusuna:
2020 li yıllarda Waimoana kasabasındayız. Dış görüntü itibariyle bir ütopyayı, mükemmel ve huzurlu bir geleceği barındırdığını düşündüğümüz bu kasabada, Alec Ross (Charles Mesure) isimli kahramanımız bir sabah uyandığında, ne kim olduğunu ne de eşini ve çocuklarını hatırlamaktadır. Pilot bölümde bol bol koşarak bilmediği durumlardan kaçmaya çalışır. Ardından hafıza kaybına uğradığını düşünse de bazı olaylar sonucu, yaşadığı hayatın kendi hayatı olmadığını düşünmeye başlar. Ardından her bölümde azimle bulduğu ipuçları sayesinde, içinde bulunduğu ortamı çözmeye başlar.
2020 li yıllarda Waimoana kasabasındayız. Dış görüntü itibariyle bir ütopyayı, mükemmel ve huzurlu bir geleceği barındırdığını düşündüğümüz bu kasabada, Alec Ross (Charles Mesure) isimli kahramanımız bir sabah uyandığında, ne kim olduğunu ne de eşini ve çocuklarını hatırlamaktadır. Pilot bölümde bol bol koşarak bilmediği durumlardan kaçmaya çalışır. Ardından hafıza kaybına uğradığını düşünse de bazı olaylar sonucu, yaşadığı hayatın kendi hayatı olmadığını düşünmeye başlar. Ardından her bölümde azimle bulduğu ipuçları sayesinde, içinde bulunduğu ortamı çözmeye başlar.
Charles Mesure This is not My Life |
Charles Mesure V |
Dizinin başrolünde, Alec Ross karakterini Charles Mesure isimli bir aktör oynuyor. Nadiren de olsa çok övündüğüm yeteneklerimden biri, dizide ya da filmlerde gördüğüm oyuncuları daha önce nerelerde izlediğimi saymak. Lakin Charles Mesure'u görünce baya zorlandım, ya tanıyorum nerden, nerden derken kafayı yiyecektim. Adam benim efsane dizim Visitors'un gittikçe saçmalayan devam dizisi V'de oynuyordu. Ama tipler ve karakterler o kadar farklıydı ki tanıyabilmem zor oldu. Sakal adamı acayip değiştirmiş, ama hakkını yemeyelim, bakışlarını, gülüşünü de acayip değiştirmiş. Hatta suratını öyle saftirik bi ifadeye büründürüyordu ki bu dizide, V'de canlandırdığı pek sert abimizle yakından uzaktan alakası yoktu.
Yan rollerdeki tiplere gelince genelde hepsi çok iyidi. Sadece Jessica Wilmot'u canlandıran Miriama Mcdowell'a ısınamadım. O rolde insanın gözü daha güzel, daha çekici bir tip arıyor ama bu esmer kızımız Yeni Zellandılılara karizmatik geliyor herhalde.
Lakin iki tip varki, onları pek sevdim. Birisi kasabanın doktoru Dr.Natasha Collins'i canlandıran Tania Nolan. Adeta buzlar kraliçesi gibiydi ilk bölümlerde, kanımı dondurdu. Pek bir sevdiğim ikinci kişi, kasabanın güvenliğinden sorumlu, dizinin kötü adamı Richard Foster'ı canlandıran Joel Tobeck. Bence çok acayip başarılı, rolü de cuk oturmuş tipine.Bu dizinin sonraki sezonları da, ilk sezon gibi tutarlı ve ölçülü bir şekilde şaşırtmaya devam ederse, tempoyu düşürmeden senaryo saçmalamazsa ilerde fenomen olur. Heyecanla bekliyorum 2. sezonu.
1 yorum:
Tania Nolan'a katılıyorum ancak güzel değil ilginç bir tip. Jessica Wilmot'u canlandıran Miriama Mcdowell ise dizideki bariz en güzel ve çekici kadın.
Yorum Gönder