
Amerika'nın ilk kadın tasarım ve endüstri fotoğrafçısı.
SSCB'ye kabul edilen ilk fotoğrafçı.
Fortune Dergisinin ilk anlaşmalı fotoğrafçısı.
Fortune Dergisinin ilk anlaşmalı fotoğrafçısı.
Life dergisinin ilk kapak fotoğrafının sahibi.
Life'ın kadrolu ilk 4 fotoğrafçısından biri.
Life'ın ilk kadın fotoğrafçısı.
Life'ın ilk kadın savaş fotoğrafçısı.
Life'ın ilk kadın savaş fotoğrafçısı.
Stalin'i gülümserken çekebilen tek fotoğrafçı.
Gandhi'yi ölmeden birkaç saat önce görüntüleyen fotoğrafçı.
Amerika'da Büyük Buhran'da, Avrupa'da II.Dünya Savaşı'nda, Hindistan'ın ve Kore'nin bölünmesinde, Güney Afrika'daki ırkçı sömürülerde, kaybedenin her zaman insanoğlu olduğunu gösteren, dramatik ve etkili fotoğrafların sahibi.
Ve tüm bunları yaklaşık 70-80 yıl önce yapan bir kadından söz ediyoruz. Daha ne olsun. Bir hayata bu kadar başarı sığdırabilen bir kadına tapmamak mümkün değil.

O yüzden de çok uzun bir yazı oldu. Bilgilerin çoğunu 'Susan Goldman Rubin'in 'Margaret Bourke-White' isimli biyografisinden çevirdim. (Hatalarım varsa şimdiden affola, ingilizcem bu kadarına elverdi.)
Hadi gelin, bu muhteşem hayata biraz yakından bakalım.
Fotoğrafçımız, Margaret White ismiyle 14 Haziran 1904'te New York Bronx'ta çok çalışkan ve hırslı bir ailenin ortanca çocuğu olarak hayata gelir. Bir mucit ve mühendis olan babasından, mükemmeliyetçiliği; becerikli bir ev hanımı olan annesinden yılmadan kendini geliştirmeyi öğrenir.
![]() |
Aynı zamanda doğaya ve fotoğrafa çok meraklı olan babası, çıktıkları gezilerde Margaret'ı fotoğraf çekmeye teşvik eder. Margaret o zamanlar fotoğrafa çok meraklı değildir, genelde ailesini, çiçekleri ve kuşları çeker. Fakat babası gibi o da doğaya aşıktır ve ileride ünlü bir biyolog olmayı hayal eder.
Ciddi biçimde prensipli ve mükemmeliyetçi olan ailesi, zaman kaybı olduğunu düşündüğünden evde kart oyunlarını, çizgiromanları, hatta sakız çiğnemeyi ve argo konuşmayı kesinlikle yasaklar. O zamanlar annesinin çok baskıcı olduğunu düşünse de ilerleyen yıllarda annesi için 'doğuştan öğretmendi' diyecektir.
![]() |
Margaret büyüdükçe doğa tutkusu artmıştı. Sürüngenlere olan tutkusu sonucunda, 17 yaşında, 1922’de Columbia Üniversitesi’nde Herpetoloji (sürüngen bilimi) eğitimi almaya başladı. Aynı sene babasını kaybetti, adeta taptığı, hayran olduğu babasını kaybetmek Margaret için tam bir yıkım oldu. Fakat onun gösterdiği yolda ilerlemek, başarılı olmak için çok çalışmak en büyük özelliklerinden biri oldu.
Babasından çok para kalmadığından, eğitimini devam ettirebilmesi için amcası maddi yardımda bulunmayı önerdi. Amcası ile buluştuğunda ilk defa o zaman, babasının yahudi olduğunu, kendisinin de yarı yahudi olauğunu öğrendi. Ailesi özellikle annesi bunu ondan saklamıştı. O yıllarda Amerika'da yahudiler için bir çok şey kısıtlıydı. Eğitimini risk etmemek için bu bilgiyi o da sır olarak saklamaya devam etti.
Columbia'ya döndüğünde, babasına olan yoğun sevgisi, babasının hobisi olan fotoğrafçılığa yönelmesine sebep oldu ve Clarence H. White'ın (akrabalıkları yok) fotoğrafçılık derslerine girmeye başladı. Clarence White evinde bir fotoğraf okulu kurmuştu. Bu okulda sanatsal fotoğraf hakkında pek çok şey öğrendi ve 20'li ve 30'lu yıllarda çok ünlü olmuş Dorothea Lange, Laura Giplin ve Ralph Steiner gibi birçok fotoğrafçıdan eğitim aldı.
Yaz boyunca bir kampta fotoğrafçılık yapsa da üniversitenin 2.senesi için hala yeterli parası yoktu. Komşuları ona destek olmayı önerdikleri için Michigan Üniversitesi'ne geçti. O kış bir kafede, onun gibi fotoğraf meraklısı bir elektirik mühendisi olan Everett 'Chappie' Chapman ile tanıştı ve aşık oldu. İkili 13 haziran 1924'te evlendiler ve sonrasında Indiana'ya taşınıp Purdue Üniversitesi'ne başladılar.

Bu evlilikle istediği kariyeri yapamayacağını biliyordu. 1926 sonbaharında, kayınvalidesinin de büyük katkısıyla ayrıldılar. Margaret o zamanlar hakkında şöyle söylüyor: 'Hayatımda yaşadığım en zorlu şeyler sanki o iki kısa senenin içine paketlenmişti. Bir daha hiçbir şey o kadar zor görünmedi.' Zorlu kayınvalidesi hakkında şunları söylüyor: 'Ona şükran borçluyum çünkü tüm o bilmemezliğine rağmen benim hayal edebileceğimden çok daha geniş bir hayata kapımı açtı.'
6 sene sonunda üniversite eğitimini bitirdi. Margaret fotoğraf ile ilgili bu kadar dikkat çekmesine rağmen hala fotoğraf hakkında bir kariyer hayal etmiyordu. New York'ta Amerikan Müzesi'ne Herpetoloji bölümüne iş başvurusunda bulundu. Bu sıralarda Chappie Ithaca'ya geldi, evliliklerini tekrar onarmaya çalıştılar fakat yürümedi, 1927 yılında tamamen ayrıldılar. Annesi ve erkek kardeşinin yaşadığı Cleveland'a geri döndü. Margaret, eski soyadı White'ı geri aldı, aynı zamanda annesinin kızlık soyadı olan Bourke 'u da alıp tire çizgisi ile ayırarak, Bourke-White olarak kullanmaya başladı, bu şekilde farklılaşmaya çalışıyordu.
Cleveland'da evinde kendisine bir karanlık oda kurdu. Binaların fotoğraflarını çekmeye başladı. Cleveland'da fabrikaların konuşlandığı Flats adıyla bilinen bir bölge keşfetti ve burada hayal ettiği Deneysel Endüstri Fotoğraflarını çekmeye başladı. Flats onun için bir fotoğrafik cennetti. Margaret Flats'de trenlerin, köprülerin, fabrikaların ve fabrika bacalarının fotoğraflarını çekti. 1927 Kasım'ında bir bankaya ilk fotoğrafını sattı. Fotoğrafta High Level Köprüsü'nün silüeti vardı.Fotoğraf bankanın aylık dergisi Trade Winds'in kapağında çıktı. Bundan sonraki 5 yıl boyunca her ay Trade Winds dergisi kapak fotoğrafını Margaret'dan alacaktı.
![]() |
En sonunda para kazanmaya başlamıştı. Kazandığı paralarla, ilk olarak Patrick adını verdiği ikinci bir el araba aldı. Bu sıralarda Clarence White Okulu'ndan eski arkadaşı Ralph Steiner, ona soft-focus fotoğraf tarzını bırakıp daha gerçekçi fotoğraflar çekmesini tavsiye etti. Margaret tarzını değiştirdi. Artık daha keskin, daha net ve düzenli fotoğraflar çekmeye başladı.
Özellikle Terminal Kulesi'ne hayrandı. Terminal Kulesini değişik açılardan ve değişik stillerle çekti. 1927 yılı sonunda Terminal Kulesi (Gökdeleni) 'nin sahipleri, Margaret'i resmi fotoğrafçıları olarak işe aldılar.
![]() |
Terminal Kulesi (Sharp-focus tekniği ile) |
![]() |
Terminal Kulesi (Soft-focus tekniği ile) |
Flats Bölgesinde yer alan Otis Çelik Fabrikası'nın da bir çok fotoğrafını çekti, bu fabrikanın sahibi Elroy Kulas, bu fotoğraflardan 8 tanesini satın aldı ve hissedarları için yazdığı 'The Story of Steel' isimli kitabında kullandı. Bu fotoğrafların çoğu 1928 de gazete ve dergilerde yayınlandı. Bu seride çektiği, hem teknik olarak çok uğraştığı hem de kendini çok tehlikeli durumlara soktuğu '200 tonluk kepçe' fotoğrafı ile Cleveland Müzesi'nde en iyi Manzara Fotoğrafı ödülü ile ilk ödülünü kazanmış oldu.
![]() |
Otis Çelik Fabrikası Bacaları |
![]() |
Asılı Domuzlar, 1930 |
Fortune'un ilk sayısı 1930 Şubat'ında çıktı. Büyük Buhrandan hemen sonra yayına başlayan bir endüstri dergisinin hemen batacağı düşünülmüştü fakat Fortune çok büyük başarı elde etti.
![]() |
Bu sıralarda renkli film piyasaya çıkmıştı. Margaret reklam fotoğrafları için renkli filmi denedi ama siyah beyaz fotoğraflarının verdiği etkiyi yakalayamadı. Bu yüzden siyah beyaza geri döndü. En önemli müşterileri Buick ve Goodyear idi. Aynı zamanda Fortune Dergisi için çalışıyordu ve dergi onu Almanya'ya gönderdi. Ama onun aklı Rusya'daydı. Rusya'nın endüstrisi çok ilgisini çekiyordu fakat Rusya, yabancı fotoğrafçıların ülkeye girişini yasaklamıştı. Hiçbirşey Margaret'ı kapalı kapılar kadar kendine çekmezdi. Vize başvurusunda endüstri fotoğraflarından bir portfolyo da sundu. Onun çalışmaları Rus devlet görevlilerinin ilgisini çekmiş olacakki vizeyi aldı.
Birkaç hafta içinde fabrikalardan, tarlalardan, imalathanelerden, taş ocakları ve ilgisini çeken bir çok şeyi içeren 800 fotoğraf çekti. En etkileyici fotoğrafı bir demir işçisini görüntülediği fotoğraf oldu. Işığını, kamerasını ayarladıktan sonra fotoğrafı çektiğinde işçinin ona dönüp 'spasibo' (teşekkürler) demesini hiç unutmadı. Rusya'da fotoğraf tarzı değişmeye başladı, makinelerin arkasındaki insanları daha çok kadrajına almaya başladı. Çok sevdiği endüstri ve makinalara karşı ilgisini kaybediyor, onların arkasındaki insan hikayeleri daha çok ilgisini çekiyordu.


Margaret Amerika'ya döndüğünde Dick Simon ve Max Schuster, stüdyosunda onun Rusya fotoğraflarına baktılar ve ona bu fotoğraflarla bir kitap basmasını önerdiler. O da babasının anısına düzenlediği 'Eyes on Russia' adlı kitabını 1931 de yayınladı.
![]() |
Margaret ve Caldwell |
Yolculuğun ilk günleri pek anlaşamadılar, özellikle Margaret'ın bilim sevdası hala devam ettiğinden, yanında getirdiği peygamber devesi yumurtaları ve bir sürü bavul ve ekipman Caldwell'in gözünü korkutmuştu. Fakat bu uzun sürmedi ve 5.günde arkadaşlıkları pekişti. Caldwell bir güneyli olduğundan gittiği yerlerde insanlarla muhabbet kuruyor, sıcak bir ortam yaratıyordu, bu sayede Margaret fotoğraf çekerken hiç dikkat çekmiyordu. Bazen Margaret fotoğraf çekerken sanki reklam fotoğrafı çekiyormuş gibi objelerin yerini değiştiriyor, insanlara nasıl durmaları gerektiğini söylüyordu. Caldwell bunu yapmaması gerektiğini, gerçekliği yakalaması için herşeyi olduğu gibi bırakmasını tavsiye etti. Caldwell'in de katkılarıyla, Margaret iyi bir belgesel fotoğrafçı olma yolunda hızla ilerliyordu. Bu yolculuktan çok etkili fotoğraflar çıktı.
(Bu seride çok sayıda çok etkili fotoğraflar var. Bulabilirsem bu kitabı almayı ve başka bir kayıt altında fotoğrafları incelemeyi düşünüyorum. )
Geri döndüklerinde, 1937 Kasım'ında yazıları da tamamlayıp kitabı çıkardılar.

Margaret'ın asistanı Oscar Graubner, Life'ın fotoğraf laboratuvarının başı oldu, sekreteri ise film editörü oldu. Henry Luce onu ilk iş olarak Montana'da yapılan dünyanın en büyük barajı Fort Beck Barajını görüntülemesi için görevlendirdi.
Margaret, sadece barajı çekmekle kalmadı, aynı zamanda baraj işçilerinin yaşadıkları gecekonduları, içtikleri barları gösteren insan temalı bir çalışma yaptı. 23 Kasım 1936 da Life'ın ilk kapağında Margaret'ın fotoğrafı yer aldı. Fotoğraf o derece etkileyicidir ki takip eden senelerde endüstri estetiği üzerine fotoğrafik çalışmalar yapanlara örnek olur. Yalnız Life fotoğrafı yayınlarken fotoğrafı kırpar, Margaret bu duruma çok sinirlenir, bundan sonra fotoğraflarının kendi izni olmadan değiştirilmemesi üzerine anlaşma imzalar.
Bu arada, Life ilk sayısıyla inanılmaz bir başarı kazandı.
1937 nin kış aylarında Margaret Louisville'e gitti. En güçlü, en bilinen fotoğraflarından birini burada çekti. Mutlu ve zengin bir ailenin gözüktüğü tabelanın önünde yemek sırasında bekleyen insanlar...
Bu fotoğraf adeta adaletsizliğin, haksızlığın ve dengesizliğin bir simgesi oldu.
Life'daki başarısı diğer iş arkadaşları tarafından kıskanılmaya başlamıştı. Margaret'ın ofisi tırtıllarla, böceklerle, kertenkelelerle doluydu. Böcek bilimine hala çok fazla ilgi duyuyordu. O yokken arkadaşları kasıtlı olarak böcek ilacı şirketi çağırmışlar, odasını dezenfekte ettirmişlerdi. Margaret döndüğünde bu durumun yanlışlıkla olmadığını kimse itiraf edemedi.
Life, Margaret'ı, 1938'in Bahar aylarında, II.Dünya Savaşı çıkmadan önce İspanya ve Çekoslovakya'ya gönderdi. Bu ülkelerde Nazi Partisi güçlendiğinden kargaşa vardı. Bir belgesel fotoğrafçı olarak fotoğraflarının gidişata iyi yönde katkısı olmasını umut ediyordu fakat aslında yarı yahudi olan Margaret kendini de büyük tehlikeye atıyordu. Yahudiler yakalanmaya ve kamplarda esir tutulmaya başlanmıştı.

![]() |
Dolmabahçe |

Avrupa'da geçirdiği 5 aydan sonra Caldwell eve geri dönmesi için ısrar ediyordu. Aklı karışıktı, New Yorklu bir editör Dodd Mead'e böceklerle ilgili bir çocuk kitabı yapacaklarına söz vermişti, Life , kocasından aylarca ayrı kalmasına değecek kadar fotoğrafını yayınlamıyordu. Life'tan ayrılmaya karar verdi. Henry Luce'a bir istifa telgrafı çekti. Geri döndüğünde PM isimli bir New York Gazetesi için çalışmaya başladı. PM gazetesinde düzenli olarak Doğa fotoğrafları yayınlanıyordu fakat Avrupa'da çok büyük olaylar olurken böyle fotoğraflarla uğraşmak onu tatmin etmiyordu. Ekim'de tekrar Life ile anlaşmaya vardı. Mart'ta Life onu ve kocası Caldwell'i Rusya'ya gönderdi. Life'ın fotoğraf editörü Wilson Hicks; Stalin ve Hitler'in karşılıklı anlaşma imzalamış olmasında rağmen , Nazilerin Sovyetler Birliği'ne de saldıracağını düşünüyordu. Hicks dahil herkes Hitler'İn bu sözünü tutmayacağını düşünüyordu ve bu durum olursa Margaret'ın Rusya'da hazır olmasını istiyorlardı. Margaret Rusya'ya giderken yanına 5 kamera, 22 lens, 3000 flaş ampulü ve 28 polisiye roman aldı.
22 Haziran 1941 de Alman orduları sovyet sınırına dayandığında Amerikan hükümeti acilen Moskova'yı terketmelerini istedi fakat Margaret kalma iznini yalvararak aldı. Moskova'da kalan tek yabancı fotoğrafçıydı. Bombalamalar başladığında sığınaklarda saklanmak yerine çatıya çıktı. 22 gece boyunca hayatını tehlikeye atarak bombalamaları görüntüledi. Editörü ona 'Rusya'da çıkarttığı harika iş ile yeni bir ün kazandığını' telgraf ile iletti.




1943'te İtalya'ya gönderildi. Burada hemen savaş hattının yanında yer alan sıhhiye birliğini çekti. Almanlar birkaç mil ilerideydi, tüm gece yoğun bombardıman altında yapılan ameliyatları görüntüledi. O gece askerlerin belki yarısı kurtulabilmişti, oldukça dramatik fotoğraflar çekti. Negatifleri Life'a gönderdiğinde anlaşma gereği fotoğraflar önce Pentagon'dan geçecekti, fakat Pentagon'dan sadece bir film geri geldi, kalanların kaybolduğu söylendi. Sonrasında Margaret kaybolan fotoğrafları bulmak için çok çabalasa da fayda etmedi. Life ellerinde kalan bir filmde yer alan fotoğrafları yayınladı. Döndüğünde İtalya'daki anılarını 'Purple Heart Valley' isminde bir kitapta topladı. (Kitabın ismi fotoğrafladığı savaş bölgesinin adı)


1944'te Müttefikler Normandiya'ya çıkartma yapınca, savaş bitmek üzereydi, Margaret o bölgede olmak istedi. 1945 Mart ayında Frankfurt'a uçtu. Burada Ren Nehri'ni geçmeye hazırlanan 3.ordunun başı General S.Patton'ın portresini çekti. General Patton fotoğrafı çekilirken Margaret'a 'Sakın gıdımı gösterme ve alnımdaki kırşıklıklar belli olmasın' demişti :) Margaret da yandaki fotoğrafı çekerek adamın dediğini zor da olsa yerine getirmişti.
General Patton'ın kuvvetleri Naziler kaçtıktan 2 saat sonra Buchenwald'a girdiler. Buchenwald Amerikalılar tarafından ilk kurtarılan kamp oldu. Burada açlıktan ölmek üzere olan yahudiler, politik mahkumlar vardı. Buchenwald'ın Yaşayan Ölüleri ismi verilen aşağıdaki fotoğraf 20.yüzyılın en unutulmaz fotoğraflarından biri olarak tarihteki yerini aldı.

Hindistan' daki büyük deneyiminden sonra bir sonraki büyük hikayesi için artık Güney Afrika'ya gitmeye hazırdı. Life onu 1949'un sonlarına doğru Güney Afrika'daki ırkçı mücadeleyi görüntülemesi için gönderdi. Margaret fotoğrafik açıdan kariyerinin ve yeteneğinin zirvesindeydi. Güney Afrika'da halkın dörtte üçü siyahi ya da karışık ırktan olmasına rağmen azınlık gibi yaşıyorlardı ve hiç bir güçleri yoktu. İçlerinde altın ve elmas madenlerinin de olduğu arazilerin neredeyse tamamı beyazlara aitti. Bir sabah bir altın madeninde iki madenci ile tanıştı, onlarla ilgili bir foto hikaye hazırlamaya karar verdi, onlara isimlerini sorduğunda, isimlerinin kollarına kazılan dövmelerdeki sayılardan ibaret olduğunu görünce Nazi kamplarındaki esirleri hatırladı. (Yer ve zaman farketmiyor, insanın olduğu her yerde kötülük var.)


Hikayesinde, günde 17 sent karşılığı uzun saatler boyunca altın ve elmas madenlerinde çalışan insanlar vardı ve bu insanlar akşam olduğunda mahkum gibi kilit altında tutuluyor, dikenli teller içinde yaşamak zorunda bırakılıyorlardı. Margaret 'Afrikada olduğum zamanlardan sonra altından ve elmastan nefret ettim' diyordu.
Aradan 65 sene geçti ve biz hala bu gereksiz maden parçalarına gereksiz ilgi gösteriyor, gereksiz paralar veriyor ve hala bir çok insanın köle gibi çalıştırılmasını sağlıyoruz.
Bir sonraki uluslararası hikayesi Kore'de Güney Kore Milliyetçileri ve Kuzey Kore komünistleri arasında yaşanan savaş olacaktı. Hali hazırda diğer Life fotoğrafçıları savaşı zaten görüntülüyordu. Margaret daha insan odaklı bir hikaye üzerinden savaşı anlatmak istiyordu. İstediğini, 2 yıldır komünist bir gerilla olan ve artık evine dönmek isteyen Nim Churl Jin'İn hikayesinde buldu. Annesi oğlunu öldü zannediyordu. Oğluna kavuşma sahnesi çok dramatikti. Kariyerinin en önemli fotoğraflarından biri de bu hikayeden çıktı.
Annesi oğluna sarılırken 'Bu bir rüya mı? sen benim oğlum olamazsın, benim oğlum öldü' diye ağlıyordu. (Güney Kore, 1952)
|
Margaret Kore'deyken, sol ayağında bir tutukluk ve ağrı hissetmeye başladı. ayağa kalktığında sendelediğini farketti. Amerika'ya döndüğünde bir çok doktora gidecek, duyduğu teşhisi sonuna kadar kabul etmeyecekti. Hiç kendine konduramadı bu hastalığı, kendini asla hasta olmayacak insanlardan görüyordu. Fakat 'Yıkılmaz Maggie' Parkinson hastalığına yakalanmıştı ve hastalık zamanla tüm vücuduna yayılıyordu. Hastalığını kabul etmeyen Margaret her gün saatlerce yürüdü, egzersiz yaptı. Hastalığını Life'takilerden sakladı, fakat arkadaşları onda bir gariplik olduğunu farketmeye başladılar. Sadece 49 yaşındaydı, kariyerinin zirvesindeydi ve daha bir çok şey başarmak istiyordu. İki ameliyat geçirdi, bunlar ilk başta işe yarar gibi olsa da hastalığın seyrini değiştirmedi.
Artık herkese söylemenin zamanı gelmişti.

Bir sonraki ay Life, Margaret için bir anma sayısı çıkardı. Başında şunlar yazıyordu 'Kamerası onu her yere götürdü, gelişmiş şehirlerden, yerin derinliklerine kadar' ve 'Fotoğrafları onun hayatıydı'
1 yorum:
Aslında Erksine Caldwell hakkında bilmediğim bir şeyler var mı diye araştırma yaparken yazınıza rastladım ve büyük bir keyifle okudum. Margaret Bourke-White gibi çok ilginç bir sanatçıyı tanımama yardım ettiğiniz için teşekkürler.
Yorum Gönder