16.10.10

Robert Capa'nın Hayat Hikayesi (16.bölüm)

16.bölüm:  Türkiye – Magnum – Rusya

Bu bölümde anlatılanlar:

Hollywood’da Richard De Rochemonte ile birlikte Türkiye hakkında ‘March of Time’ isimli bir belgesel çekmeye karar verdiler. Türkiye’de çekeceği fotoğraflar için de Illustrated ile de anlaşmıştı. Daha önce hiç film çekmediği için boyundan büyük bir işe kalkışıyordu. Daha sonra Türkiye için şunları söylemişti: “Türkiye'de daha ilk günden son ana değin çoğunlukla güçlüklerle karşılaştım. Hem araştırmamı yapmam, hem son derece bürokratik ve baskıcı bir yönetimden izin almak, her şeyden korkan bir devlet 'ajanı', iş heyecanıyla dolu bir kameraman ve kameradan çok çekinen bir halk arasında eşgüdümü sağlamam gerekti. Hem de tüm bunları tıpkı New York'taki gibi şiddetli bir kış mevsiminde gerçekleştirmem gerekiyordu." (Capa'nın değindiği ajan Türk sinema dairesinin bir görevlisi. Sorumluluğu Robert Capa'nın ulusal imgelerine zarar verecek bir görünümü yakalamalarını engellemek)

Türkiye’de boğaziçindeki balıkçılardan, köylerdeki tütüncülere, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye kadar birçok konu işlediler. Film çekimi çok başarılı olmasa da Capa Ingrid Bergman’a şöyle yazıyordu: Ingrid Bergman'a gönderdiği mektupta: "Yeniden bir gazeteci oldum, çok da iyi oldu. Tuhaf otellerde kalıyorum, geceleri okuyorum, ülkenin sorunlarını kavramaya çabalıyorum. Çalışmak, düşünce üretmek ve kendi başıma kalmak iyi geliyor"

Capa Türkiye’deyken sadece filmle uğraşmıyordu. Geceleri kitabını bitirmeye çalışıyordu. İngilizce bilen öğrenci Rosette Avigdor’u kendisi dikte ederken yazması için tutmuştu. Bu da kitabının sohbet biçimindeki üzlubunun açıklamasıdır. Capa ile Avigdor çok iyi dost oldular. Kız Colombia Üniversitesi için Ney York’a gideceğini söyleyince Capa onu annesinin yanında kalması için ikna etti. Avigdor Capa’nın Türk kızkardeşi oldu.

Türkiye dönüşünde uzun süredir planladığı ajansı kurmaya çalıştı. Eğer fotoğrafçı olarak kalacaksa bunu kendi koşullarında yapmaya kararlıydı. Life gibi dergilerin negatifleri ve telif haklarını elinde tutmalarından hoşlanmıyordu. Fotoğraflarının kontrol hakkının elinde olmasını istiyordu., bunun tek yolu da kendi gibi düşünen fotoğrafçılardan oluşan bir grup kurmaktı. Cartier Bresson, Bill Vandivert, George Rodger ve Chim ile Modern sanat müzesinin çatı katında yenen bir yemekte günümüzün en prestijli ajansı olan Magnum Ajansının temelleri atılmış oldu.

Capa 1947 Mart ayında Hotel Bedford’un barında John Steinbeck’le karşılaşmış, savaşta başlayan aşinalık gerçek bir dostluğa dönüşmüştü. Birlikte planlar yapmaya başladılar. Sovyetler Briliği hakkında fotoğraflı bir kitap hazırlamaya karar verdiler. “A Russian Journal” isimli kitapta amaçları politikalara ve büyük konulara girmeden Rus insanının günlük yaşantısını aktarmaktı. Rus basını Steinbeck’in Sovyet bürokrasisinin beceriksizliğini eleştirdiği ve Sovyet teknolojisinin ilkelliğini vurguladığı A Russian Journal’ı kınadıysa da kitap yayınlandığında büyük ilgi gördü.


Hiç yorum yok: