31.10.10

Genesis

En sevdiğim şeydir: Hakkında hiçbirşey bilmediğim, yazarının adını dahi duymadığım bir kitabı sırf kapak tasarımına hayran kalıp almak, ardından nasıl çıkacağını merak ederek sayfaları çeviriken ne olduğunu anlamadan öykünün içine sarmalanmak. Sayfalar bittiğinde elimdekinin müthiş bir kitap olduğunu anlamak ve ona şans eseri, bir anlık merakla kavuşmuş olmanın mutluluğunu yaşamak.
İşte Bernard Beckett'in kaleme aldığı Genesis bu güzel mutluluğu yaşattı bana. Sarı kapak üzerinde fosfor pembeli başlığı ve etrafındaki küçük robotçukları gördüğümde bünyeme müthiş bir merak zikrederek kendini satın almaya zorladı bana. Eve gelip de kitabı okumaya başladığımda ne olduğunu anlamadan yolu yarılamıştım bile. Merak uyandıran bir öykü olmasının yanısıra büyük puntalarla yazılmış herbiri buram buram zeka kokan akıcı diyaloglarıyla  okuması çok kolay bir kitap Genesis. Kitap okumaya çok zor zaman ayırabildiğim şu günlerde, kısacık zamanda bıraktığı büyük etkiyle de büyük beğenimi topladı bu kitap.

Kitap Anaximander'in akademide 4 saatlik bir sorguya girmesi ile başlıyor. Eğitmeni Pericles ile sorguya hazırlanmış iyi bir tarih öğrencisi olan Anaximander'ın amacı sorgu sonunda akademiye girebilmek. Bu dört saatlik sorguda konu olarak kendisi de çok etkilemiş olan 2058-2077 yılları arasında yaşamış olan Adam Forde'nin hayatını seçiyor. Üç sorgucunun sorularına cevap vererek Adam Forde'nin hikayesini anlatıyor sorguculara ve dolayısıyla bize. Anax Adam'ın hikayesini anlattıkça, distopyanın nasıl oluştuğunu anlarken bir yandan da devlet, felsefe, yaradılış, bilinç, yapay zeka ve insan olmak ile ilgili çok güzel sorular ve cevaplar ile karşılaşıyoruz.

Hikaye ile ilgili daha fazla bilgi vermek, okumanın keyfini kaçırtabileceği için bu kısa özet ile tanıtabilirim ancak kitabı. Kitabı okurken ben de en az sorgucular karşısındaki Anax kadar heyecanlandım sanırım ve ilerledikçe Anax'a büyük sempati duymaya başladım. Beni biraz üzse de oldukça tatmin eden sürprizli sonu da kitabın diğer bir güzel yanı.

Açıkçası 'Distopik' kelimesini yeni duydum, meğersem benim en sevdiğim türün adıymış bu. Anlamı için buraya tıklayabilirsiniz. Siz de distopik romanlardan hoşlanıyor, keyifli ama düşündüren, kolay da okunan bir kitap arayışında iseniz Genesis'in sizi hayal kırıklığına uğratmayacağını düşünüyorum.

Kitaptan birkaç etkileyici cümleyi yazının sonuna eklemeye karar verdim ama henüz okumadıysanız ve kitaptan alıntı görmek istemiyorsanız bakmamanızı tavsiye ederim:

Akıl bir makine değil bir fikirdir. Ve idea da onu kontrol altına alma çabalarına direnir. 
Değişim korkuyu, korku ise çöküşü getirdi. 
Bir makineyi düşünmesi için programlayamayız ama bir makineyi düşünce yoluyla programlanabilecek şekilde programlayabiliriz. 
Bireyleri birbirine bağlayan tek şey fikirlerdir. Fikirler değişip yayılır, sahiplerinin fikir değiştirdikleri kadar, fikirler de sahip değiştirir. 
Anlamadan bilmek olasıdır. Bilmek bir his olarak başlar. Anlamak ise  hislerden gün ışığına giden bir yol açmak için girişilen bir kazı sürecidir. 
Yapabileceğimiz kötülüğü bilmediğimiz sürece, onu hiçbir zaman benimsememe olasılığımız vardır. 

18.10.10

Robert Capa'nın Hayat Hikayesi (18.bölüm)


18.bölüm:  Japonya – Hindiçin - Ölüm

Bu bölümde anlatılanlar:

Capa 1954 başlarında gerçekten ihtiyaç duyduğu bir teklifle karşılaştı. Mainichi Pres, Nisan’da Camera Mainichi diye yeni bir dergi çıkarmayı düşünüyordu ve Capa’yı derginin reklamı için altı haftalığına Japonya’ya çağırmıştı. Capa çalışmalarının çok saygı görmesi sayesinde bir haraman gibi karşılandığı Japonya’da üç muhteşem hafta geçirdi. Gittiği heryerde özellikle çocuklara odaklanmıştı. Japon kentlerindeki doğu/batı zıtlığına hayran kalmıştı.

Bu sıralarda birkaç aydır Life adına Fransız Hindiçini’sindeki savaşı izleyen Howard Sochurek, annesi çok ciddi rahatsızlık geçirince Life’tan bir aylığına izin istedi. Life editörlerinden Ray Mackland, Capa’nın Japonya’da olduğunu biliyordu. Bu konuyla ilgilenip ilgilenmeyeceğini sordu. Capa Hindiçin’in kendisine yeniden ortaya çıkma fırsatı vereceğini düşündü, ayrıca paraya da ihtiyacı vardı. Teklifi kabul etti.

Hindiçin’de 25 Mayıs sabahı yanına siyah beyaz filmli bir contax ve renkli filmli bir Nikon alarak bir birlikle Doaitha’a doğru yürümeye başladılar. Konvoy birkaç kez keskin nişancılar ve mayınlar yüzünden durmak zorunda kaldı. Öğleden sonra Doaithan’daki küçük kaleye vardılar. Ekiptekiler durumun etrafta dolaşılmayacak kadar tehlikeli olduğunu düşünüyorlardı ama Capa tehlikenin kendisini engellemesini kabul etmiyordu. Tarlaya inerek gelen birliğin bir siyah beyaz bir renkli fotoğrafını çekti. Bunlar çekeceği son fotoğraflar olacaktı. Bir mayına başmıştı. Sol bacağı kopmuştu ama hala soluk alıp veriyordu, sol elinde Contax’ını sıkı sıkı tutuyordu. Ekiptekiler ona seslendiklerinde dudakları aralandı ama hiç ses çıkmadı. Hemen hastaneye götürüldü ama doktor ölmüş olduğunu bildirdi.

Geriye savaşın hiç bilinmeyen yüzünü ve uzun süre başka fotoğrafçılara esin kaynağı olacak olağanüstü çalışmalar bıraktı. 


17.10.10

Robert Capa'nın Hayat Hikayesi (17.bölüm)

17.bölüm:  İsrail – Picasso - Matisse

Bu bölümde anlatılanlar:
İngilizlerin 1948 Mayıs ayında Filistin’i terk edecekleri ilan edilince, Capa Life’tan İsrail devletinin doğuşunu haber yapmak üzere görev istedi. Yahudi devletinin kurulması heyecanı ve savaş hazırlıklarıyla kaynayan kozmopolit Tel Aviv’de çatışmalar başlayınca uzun zamandır özlediği heyecanı bulmuştu.

1948 Ağustos ayında Riviera’da tatilde olan Capa, bir hafta süreyle her sabah Picasso, Francois Guilot ve oğulları Claude ile plaja gitti ve aileyi görüntüledi.

Bu sıralarda 79 yaşında olan ünlü ressam Matisse’yi Hotel Regina’daki dairesinde görüntülemeye gitti. Matisse Dominiken Manastırının şapeli için süslemeler üzerinde çalışyordu. Capa ressamı çevresi kitaplar ve kediler çevrili bir halde yatağında çalışırken ve olağanüstü bir güç ve kontrol gerektiren bir teknikle, bambu sırığının ucuna bağladığı kömür kalemiyle çizim yaparken görüntüledi.

Arkadaşları arasında ünlü yazarlar, film yıldızları ve yönetmenler vardı. Picture Post için John Huston’ın ‘Beat The Devil’ filminin yapımını görüntüledi. 



16.10.10

Robert Capa'nın Hayat Hikayesi (16.bölüm)

16.bölüm:  Türkiye – Magnum – Rusya

Bu bölümde anlatılanlar:

Hollywood’da Richard De Rochemonte ile birlikte Türkiye hakkında ‘March of Time’ isimli bir belgesel çekmeye karar verdiler. Türkiye’de çekeceği fotoğraflar için de Illustrated ile de anlaşmıştı. Daha önce hiç film çekmediği için boyundan büyük bir işe kalkışıyordu. Daha sonra Türkiye için şunları söylemişti: “Türkiye'de daha ilk günden son ana değin çoğunlukla güçlüklerle karşılaştım. Hem araştırmamı yapmam, hem son derece bürokratik ve baskıcı bir yönetimden izin almak, her şeyden korkan bir devlet 'ajanı', iş heyecanıyla dolu bir kameraman ve kameradan çok çekinen bir halk arasında eşgüdümü sağlamam gerekti. Hem de tüm bunları tıpkı New York'taki gibi şiddetli bir kış mevsiminde gerçekleştirmem gerekiyordu." (Capa'nın değindiği ajan Türk sinema dairesinin bir görevlisi. Sorumluluğu Robert Capa'nın ulusal imgelerine zarar verecek bir görünümü yakalamalarını engellemek)

Türkiye’de boğaziçindeki balıkçılardan, köylerdeki tütüncülere, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye kadar birçok konu işlediler. Film çekimi çok başarılı olmasa da Capa Ingrid Bergman’a şöyle yazıyordu: Ingrid Bergman'a gönderdiği mektupta: "Yeniden bir gazeteci oldum, çok da iyi oldu. Tuhaf otellerde kalıyorum, geceleri okuyorum, ülkenin sorunlarını kavramaya çabalıyorum. Çalışmak, düşünce üretmek ve kendi başıma kalmak iyi geliyor"

Capa Türkiye’deyken sadece filmle uğraşmıyordu. Geceleri kitabını bitirmeye çalışıyordu. İngilizce bilen öğrenci Rosette Avigdor’u kendisi dikte ederken yazması için tutmuştu. Bu da kitabının sohbet biçimindeki üzlubunun açıklamasıdır. Capa ile Avigdor çok iyi dost oldular. Kız Colombia Üniversitesi için Ney York’a gideceğini söyleyince Capa onu annesinin yanında kalması için ikna etti. Avigdor Capa’nın Türk kızkardeşi oldu.

Türkiye dönüşünde uzun süredir planladığı ajansı kurmaya çalıştı. Eğer fotoğrafçı olarak kalacaksa bunu kendi koşullarında yapmaya kararlıydı. Life gibi dergilerin negatifleri ve telif haklarını elinde tutmalarından hoşlanmıyordu. Fotoğraflarının kontrol hakkının elinde olmasını istiyordu., bunun tek yolu da kendi gibi düşünen fotoğrafçılardan oluşan bir grup kurmaktı. Cartier Bresson, Bill Vandivert, George Rodger ve Chim ile Modern sanat müzesinin çatı katında yenen bir yemekte günümüzün en prestijli ajansı olan Magnum Ajansının temelleri atılmış oldu.

Capa 1947 Mart ayında Hotel Bedford’un barında John Steinbeck’le karşılaşmış, savaşta başlayan aşinalık gerçek bir dostluğa dönüşmüştü. Birlikte planlar yapmaya başladılar. Sovyetler Briliği hakkında fotoğraflı bir kitap hazırlamaya karar verdiler. “A Russian Journal” isimli kitapta amaçları politikalara ve büyük konulara girmeden Rus insanının günlük yaşantısını aktarmaktı. Rus basını Steinbeck’in Sovyet bürokrasisinin beceriksizliğini eleştirdiği ve Sovyet teknolojisinin ilkelliğini vurguladığı A Russian Journal’ı kınadıysa da kitap yayınlandığında büyük ilgi gördü.


15.10.10

Robert Capa'nın Hayat Hikayesi (15.bölüm)

15.bölüm: Ingrid Bergman, Hollywood

Bu bölümde anlatılanlar:

O günlerde Irwin Shaw’la Ritz’in lobisinde sohbet ederlerken ünlü aktris Ingrid Bergman’ın otele kayıt yaptırdığını gördüler. İki adam kadına şu notu hazırladılar:
Konu: Yemek. 6.6.45. Paris, Fransa
Gönderilen: Bayan Ingrid Bergman.
Kısım 1) Bu bir toplum girişimidir. Toplum Bob Capa ve Irwin Shaw'dan oluşmaktadır.
2) Sizi bu yemeğe davet etmek için bu notla birlikte çiçek de göndermeyi planlamıştık, ancak baktık ki cebimizde sadece çiçek veya yemek parası parası çıkıştı. Oylama sonucunda yemek çok az bir farkla galip geldi.
3) Yemeği arzu etmediğiniz takdirde çiçeklerin gönderilmesi önerildi. Ancak bu konuda henüz bir karara varılmamıştır.
4) Çiçek dışında pekçok kuşkulu niteliğimiz vardır.
5) Daha fazla yazacak olursak cazibe miktarımız sınırlı olduğundan konuşacak bir şeyimiz kalmayacaktır.
6) Size 6.15te telefon edeceğiz.
7) Biz uyumayız.
İmza:
Kaygılı Toplum

Not Bergman’ın çok hoşuna gitmişti. Telefon geldiğinde daveti kabul etti. Bergman yıllar sonra ‘çok esaslı bir geceydi’ diye bahsedecekti. Capa’dan daha o akşamdan çok hoşlanmıştı. Capa da Bergman’a tam anlamıyla vurulmuştu. Fakat Bergman ertesi gün Almanya’ya dönüyordu, ayrıca evliydi ve tam bir erdemlilik örneğiydi. Capa 2 ay sonra Almanya’ya gitti. Görevi nazileri Ari ırkından olanların nüfusunu arttırmak için SS’ler ve onların seçilmiş üretenleri tarafından yapılan tombul sarışın bebekleri görüntülemekti. Berlin’deyken Bergman’ın da orada olduğunu öğrenince ziyaretini uzattı. Bergman’ın evliliği çatırdamaya başlamıştı, boşanmayı düşünüyordu. Capa ile görüşmeye başladılar. Capa’nın doğru erkek olduğunu düşünmeye başlamıştı. Capa içinse herşey düş gibiydi. On sene önce yoksul Andre Friedmann’ın bir sinema yıldızıyla ilişkisi olacağını kim tahmin edebilirdi ki? Ingrid Bergman Capa için kocasını bırakmaktan bahsetmeye başlamıştı. Onun hayatı Hollywood’a bağlı olduğundan eğer birlikte olacaklarsa Capa’nın Hollywood’da kariyer yapması gerekiyordu.
Capa’nın kadının çevresinde olabilmek için mazereti Hitchcock Notorious filmine başlayınca geldi. Başrollerinde Ingrid Bergman ve Gary Grant’in oynadığı filmin çekimini Life adına izlediğini söylüyordu. Oysaki dergiden istifa etmişti. Notorious’un ardından  Ingrid Bergman ‘Arch of Triumph’ filmine başlamıştı. Capa da hergün setteydi. Capa o yaz vaktini sadece bu filmle geçirmemişti. Irving Pichel’in yönettiği ‘Temptation’ filminde Mısırlı Hamza olarak küçük de olsa bir rol almıştı.
Bergman yasadışı bir ilişki yaşamaktan çok huzursuzdu. Ayrıca bu ilişki basın tarafından öğrenilirse hayranları kıyameti koparırdı. O yüzden Capa’ya evlenme konusunda ısrar ediyordu. Fakat Capa işi sebebiyle de bağlanmaktan korkuyordu. Bir burukluk olmadan ayrıldılar. Arkadaş olarak kalıp sonrasında da yazıştılar ve görüştüler. Hitchcock bu ikilinin ilişkisinden etkilenip Rear Window filmini çekti. 

14.10.10

Robert Capa'nın Hayat Hikayesi (14.bölüm)

14.bölüm: Chatres, Paris’e Dönüş, Picasso, Belçika, Paraşüt

Bu bölümde anlatılanlar:

Müttefikler Almanlar’ı Chatres dışına atınca bölge sakinleri düşmana yardım etmiş erkekleri öldürdüler, kadınların da kafalarını tıraş ettiler. Orada çektiği seride saçları henüz yeni tıraş edilmiş bir kadının arkasında halk alay ederek takip etmektedir. Kadının kollarında bir Alman askerinden olan bebeği vardır. Bunlar onun politikaları ne olursa olsun insanların ıstıraplarına duyduğu sempatiyi en iyi açıklayan fotoğraflarıdır.

Capa en sonunda Fransız 2. Zırhlı tümeninin Paris’e giriş yapacağını öğrendi. Almanlar zaten çekilmiş olduğundan bir direnişle karşılaşmadılar. Kalabalık bağırarak bayrak ve mendil sallayarak seviniyordu.  Paris’e o girişi şöyle anlatıyordu: “Paris’e bu giriş benim için özel olarak düzenlenmişti sanki, 
beni sonunda aralarına kabul eden Amerikalıların yaptığı tankın üzerinde, yıllar önce faşizme karşı beraber direndiğimiz İspanyol cumhuriyetçilerle Paris’e yemeyi, içmeyi ve aşkı ilk öğrendiğim o güzel şehre geri dönüyordum’


Hotel De vİlle’İn tepesinden ateş edilince neşeli an birden kesildi, Capa da paniğe kapılmış insanların insanların kendilerini yere atmasını görüntüledi. Paris’i çok özleyen Capa ilk günlerini eski dostlarını arayarak geçirdi. O tarihlerde cepheye geri dönmek istememiş, onun yerine kentte kalıp Picasso’nun hergün saat 11’de atolyesini açması gibi haberleri tercih etmişti.

Capa Paris’teyken ilginç bir haberin çıkması için çok beklemedi. Müttefikler düşmanın artık savunmada olduğunu zannederken Almanlar, Fransa, Belçika ve Lüksemburg arasında kalan Ardenler’de çok şiddetli bir karşı saldırıya geçtiler. 23 Aralık’ta hava düzelince müttefik uçakları Almanlara saldırmaya başladı. Capa Aras yakınlarında bir hava üssündeydi. Atlamadan önceki gün paraşütçüler uğur getirsin diye saçlarını Mohawk stili tıraş ettiler. Capa’ya da çok ısrar etseler de kabul ettiremediler. Alman kasabası olan Wessel’e atladılar. Amaçları düşman savunma hattının gerisine inmek, Almanları yaklaşan piyade birliklerine doğru sıkıştırmaktı. Adrenalin tutkunu Capa, paraşütçülerle birlikte atlamaya karar verdi. O anı şöyle anlatıyordu: “Ayağa kalktım, fotoğraf makinelerimi bacaklarıma bağladım ve içki mataramın cebimde olup olmadığını kontrol ettim. Atlayıştan önce hala 15 dakikamız vardı. Bütün hayatım bir film şeridi gibi geçti gözümün önünden. Yediğim, içtiğim, yaptığım her şeyi 12 dk boyunca tekrar yaşadım sanki. Kurşunlar uçağımıza çakıl taşları gibi çarpmaya başladı. Yeşil ışık yandı ve saymaya başladım, ‘1..2..3..’ ve hemen üzerimde, açılan paraşütümün sevimli halini gördüm. Yere inerken geçen kırk saniye, büyükbabamın saatinde geçmek bilmeyen saatlerdi sanki…”


Müttefikler savaşı kazanmış, Capa da hep arzuladığı gibi bir savaş fotoğrafçısı olarak işsiz kalmıştı. Kafası karışıktı, ne yapacağını bilemiyordu. Çoğu insanın ciddi bir mesleğe başladıkları 31 yaşındaydı. Ama o kadar çok savaşı izledikten sonra başka birşey yapmak pek kolay değildi.

13.10.10

Robert Capa'nın Hayat Hikayesi (13.bölüm)



13.bölüm: Normandiya Çıkartması


Bu bölümde anlatılanlar: 

Müttefikler Normandiya’ya çıkartma yaparak Alman savunmasını çökertmeye karar verdiler. Capa’ya çıkartma yapmak için çağrı 29 Mayıs 1944 sabahı geldi. Sicilya’da birlikte olduğu 1. Piyade tümenine atandı. Alayın karargah gemisi Samuel Chase’de birliğin subaylarının Omaha adlı kıyı kesiminin dev bir maketi üzerinde çalışmakta olduğunu gördü. Omaha sahilinin Easy Red diye adlandırılan kısmına öncü olarak çıkacaklardı. Çıkartma günü 6 Haziran sabahı saat üçte filo Normandiya kıyılarına yanaştı. Saat 4:15’te çıkartma botları kıyıya 12 mil kala denize indirildi. Botlar dalgalarla sallandıkça askerler ıslanıyordu, çoğunu deniz tutmuştu.

Müttefikler Omaha sahilinin küçük ve deneyimsiz bir grup tarafından savunulduğunu zannediyorlardı ama yanılmışlardı. Savunmayı yarmak neredeyse imkansızdı. Askerler açık alanı geçemiyor çoğu kurşunlara hedef oluyordu. Capa yine de bu tehlikeli ortamda 2 rulo film bitirmeyi başardı. Birçok kurşundan şanseseri kurtulduktan ve birbuçuk saat çekim yaptıktan sonra yaralıları alan sağlık gemisiyle geri döndü. İner inmez filmleri hemen askeri bir yetkiliye verdi. Filmlerin sabah New York uçağına yetişmesi gerekiyordu. Filmler yetişsin diye Life editörü karanlık oda asistanına baskı yapınca asistan kurutma dolabının ısısını sonuna kadar açtı. Kapağı açtıklarında filmlerin erimiş olduğunu gördüler. Capa’nın hayatını inanılmaz riske attığı 72 pozdan sadece 8 tanes onlar da flu olmak üzere kurtulmuştu. Life fotoğrafları yayınladı ama altına şöyle yazdı: “Yaşanan an o kadar heyecanlıydıki, fotoğrafçının bile elleri titriyordu, bu sebeble fotoğraflar biraz net değil (slightly out of focus)”

Capa da ileride yazacağı biyografisinin adını Life editörleriyle dalga geçercesine ‘Slightly Out of Focus’ koydu.

Omaha çıkartmasının tek görseli Capa’nın fotoğrafları olduğundan Steven Spielberg ‘Er Ryan’ı Kurtarmak’ filminde o sahneleri yaratabilmek için Capa’nın fotoğraflarından yararlanmıştır.

Yarımadayı almış Amerikan birlikleri Normandiya’nın batısından güneyine doğru ilerlemeye başladılar. Ağır kayıplar veren Almanlar dağınık halde çekilmeye başladılar. Capa Alman tutsaklarının bazı çok esaslı fotoğraflarını çekti.



12.10.10

Robert Capa'nın Hayat Hikayesi (12.bölüm)

12.bölüm: 2.Dünya Savaşı

Bu bölümde anlatılanlar:

Adrenalin tutkunu Capa savaş heyecanına ihtiyaç duymaya başlamıştı ama fazla beklemesi gerekmedi. 2.Dünya Savaşı başlıyordu. Capa bir İngiliz asker nakliye gemisi ile 1943 Mart ayında müttefik saldırısının başlayacağı merkez olan Tunus’a vardı. Tekrar cephede olmaktan çok memnundu. Cephe yaşantısını çok seviyordu. Annesine bir mektubunda şöyle yazmıştı: "Bu askeri hayat bana çok iyi geliyor, sonunda tekrar cepheye döndüğüm için çok mutluyum."  

Müttefikler Mihver güçlerini yenmek için önce Almanya’yı devirmek gerektiğine inanıyorlardı. Fakat Kuzey Avrupa’yı alacak güçleri olmadığı için düşmanı önce Kuzey Afrika’dan sürmeye karar verdiler. Müttefikler önce Tunus’a oradan Cezayir’e doğru ilerlemeye başladılar. Capa 10 Temmuz sabahı Cezayir’e vardığında Sicilya’ya çıkacak birliklerin denize açılmış olduğunu gördü. Birlikleri kaçırdığına üzülürken henüz 82.hava tümeninin gitmemiş olduğunu öğrendi. Ancak bir sorun vardı. Ordu paraşüt eğitimi almamış birinin paraşütçü birliğine katılmasına izin vermezdi ama bir yolunu bulup nakliye uçakları ile yoluna devam etti. Temmuz sonlarında Sicilya’ya vardı. 22 Temmuz’da halkın Amerikan askerlerini sevinçle karşılamalarını görüntüledikten sonra 1.piyade tümenine katıldı. Mühver kuvvetleri Amerikan ilerleyişini ne pahasına olursa olsun durdurma kararı aldığından ilk başlarda çok güçlükle yol aldılar. Ancak genç ve deneyimsiz Almanlar çok uzun süre dayanamadılar. Sicilya harekatının en önemli muhaberelerinden biri Troina’da olmuştu. 100 den fazla top ve 36 bombardıman uçağı Almanlar’ı pes ettirmek için Troina’yı yoğun ateş altına almıştı. Kasabada korkunç bombardımandan sağ kalan yaralı ve çılgına dönmüş halkla karşılaştılar. Bacağı sarılı şoka uğramış bir kızı taşıyan adamı görüntülediğinde İspanya’daki Teruel’İ hatırladı. Ancak Troina’daki zafer kalıcı olacaktı. O ay Life Troina haberine 8 sayfa ayırdı.  

Capa müttefik birlikleriyle Roma’ya ilerlemeye devam etti. Roma yollarındaki duygularını şöyle ifade etmişti:
“Gazetecilerin harekat hakkında her şeyi yazmalarına izin verilmiyordu, onlar da bunun için can atmıyorlardı zaten. Kaldı ki fotoğrafların kelimelerden daha çok şey anlatabileceği bir işti bu. Fotoğraf makinemi kullanabileceğim ve seveceğim anlardı bunlar. Bir dağdan öbürüne sürükledim kendimi, bir hendekten öbürüne, çamurun, acı ve ıstırabın, ölümün fotoğrafını çekerek…”


Sicilya’nın yitirilmesi ve İtalya’nın müttefiklerce bombalanması İtalya diktatörü Mussolini’yi geri çekilmeye zorladı. Eylül başlarında İtalya teslim oldu. Ekim’de Napoli’ye ulaşan birlikler yarımadanın ortasında güçlü bir Alman savunması ile karşılaştı. Napoli binlerce evsiz ailenin sokaklarda yatıp kalktığı bir yıkıntıya dönüşmüştü. Napoli’nin dağlarında 504.alayın yanında bir iki hafta geçirdi. Sonunda Roma düşse de uzun ve zorlu bir süreç olmuştu.  Hem Life hem de Illustrated fotoğraflarını kullandı. Capa Napoli’de tanıştığı İngiliz fotoğrafçı George Rodger’dan çok hoşlanmıştı. İkili uzun uzun “üyelerine bağımsızlık ve fotoğraflarının nasıl kullanılacağı konusunda kontrol hakkı verecek bir ajans kurmak” konusunda plan yaptılar. Londra’ya döndüğünde yazar dostu Hemingway’in beyin sarsıntısı ve kafasında ağır bir yarayla hastanede olduğunu öğrendi. 



11.10.10

Robert Capa'nın Hayat Hikayesi (11.bölüm)

11.bölüm: Meksika - Hemingway - Londra

Bu bölümde anlatılanlar:

Meksika’da istikrarsız bir hava vardı. Amerika’nın dikkatini Avrupa’dan Meksika’ya çekmek isteyen Nazi provakotörleri sayesinde Meksika iyice karışmıştı. Buradaki eylemler Paris’teki Popular Front eylemlerini hatırlatıyordu. Seçimler yaklaşıyor, halk eylemler yapıyordu.

Meksika dönüşü İspanya İç Savaşı’nda sıkı dost olduğu Hemingway’in Sun Valley’deki evine uğradı. Life onun Hemingway ile ilgili haber yapmasını istiyordu. Yazarın evlenmek üzere olduğu Martha Gellhorn ile günlük yaşantısını, oğluyla bıldırcın avlamasını, roman yazışını görüntüledi. Hemingway ‘Çanlar Kimin İçin Çalıyor’ romanının telif haklarını o güne kadar bir film hakkı için bir kitaba ödenen en büyük para olan 100bin dolara Paramount Picturs’a satmıştı. Capa’nın filmde Çingene Rafael rolünü oynamasını çok istiyordu. ‘Çanlar Kimin İçin Çalıyor’ filminde oynayan Gary Cooper’ı da görüntüledi. Fotoğraflar Life’ta yayınlandı. Dönüş yolunda Günah Şehri denilen ve 308 gece kulübü olan Calumet City’ye uğradı. Orada çektiği fotoğraflar life’ta yayınlanınca bu fotoğraf çok tepki aldı. Bir sonraki sayıda Life, bu fotoğrafın öğleden sonra saatlerinde çekildiğini, çocuğun bar sahibinin oğlu ve elindekinin de gazoz olduğunu açıklama zorunda kaldı.

1941 yılında Londra’lıların hayatta kalma mücadelelerini fotoğraflamak için Londra’ya gitti. Dinah Shean’ın metinlerini yazacağı Capa’nın fotoğraflarında oluşan ‘Battle of Waterloo Road’ isimli kitabı hazırladılar. Kitap için çalışmaya başladıklarında kentin en kötü günlerinin geride kalmış olduğunu gördüler. Akınlar hafiflemiş Almanlar tüm güçleriyle Sovyetler Birliği’ne yönelmişlerdi. Kütabın tüm fotoğrafları o yazın durgunluk günlerinde çekildi. Waterloo Sokağı’nda Rahip Hutchinson ile tanıştılar. Rahip çevresine ışık saçan, çok sevilen bir adamdı. Çatısı bombalarla yerlebir olmuş kilisesinde vaaz vermeye devam ediyordu. Rahip onları Gibbs ailesi ile tanıştırdı. Mr.Gibbs metro istasyonunda polislik yapıyordu. Capa onların yaşantısını ayrıntılarıyla görüntüledi. Londra işçi sınıfının kararlılığını, nezaketini, neşesini ve iyi komşuluğunu Gibbs’lerden daha iyi temsil edebilecek bir aile olamazdı. Capa Gibbs ailesinden onlar da Capa’dan çok hoşlanmışlardı. Capa’nın amatör belgesel fotoğrafçılara öğüdü gayet basitti: “İnsanları sevin ve bunu onların bilmesini sağlayın”

Capa Londra’da Life fotoğrafçısı Bill Vandivert ile dostluğu ilerletmişti.  Sohbetlerinde zaman Capa’nın kötü ışıkta geç saatlere kadar çalışması ve bir düzenlemeye vakit ayırmaması hakkında tartışırlardı. Capa bu tür itirazları şöyle cevaplardı: “Ben güzel resim çekmekle ilgilenmiyorum. Birşeyin ne zaman olacağını bilemezsin. Hava kararmaya yüz tuttuğunda da olabilir. Teknik olarak kötü ama ifadesi güçlü bir görüntüyü, tekniği iyi ama ifadesi zayıf bir görüntüye tercih ederim.”

10.10.10

Robert Capa'nın Hayat Hikayesi (10.bölüm)

10.bölüm: Enternasyonel Tugayların Gidişi, Aragona, Barcelona

Bu bölümde anlatılanlar: 

1938 sonbaharında İspanya’ya geri döndü. Gitmesinin sebebi enternasyonel tugayların bir geçit töreni ile ülkeyi terketmesi idi. Stalin Hitler’e yanaşmaya başlayınca İspanya’ya enternasyonel tugayları dağıtması için emir vermişti. Askeri olarak çok güçlü olmasalar da Enternasyonel Tugayların gidişi sembolik ve psikolojik açıdan cumhuriyetçi gayeye büyük zarar verdi. Geçit töreninde Capa makinelerinden birinin bozuk olduğunu farketmese de diğer makinesinden çıkan fotoğraflar duygusal bir haber yapmasına yetmişti. Ardından Aragon cephesinde iki önemli çatışmayı fotoğrafladı.  Bu çıplak, sert ve dağlık arazide çok sert çarpışmalar yaşanmaktaydı. Capa tüm meslek hayatının en dramatik cephe fotoğraflarını çekti. Bu fotoğraflar İngiliz dergisi Picture Post’ta 11 sayfa olarak yayınlandı ve Picture Post Capa’yı tüm zamanların en iyi savaş fotoğrafçısı ilan etti. Daha sonra Barcelona’ya gitti. 21 Ocak’ta bombardıman uçakları Barcelona semalarında idi. Baskınların arası 15 dk’yı bulmuyordu. Gürültü ve korku hakimdi Barcelona’ya. Yollar katır sırtlarında giden ya da geçen arabalara binmek isteyen mülteciler ile doluydu. Taragona’ya doğru yürüyorlardı. Fakat Fransa henüz mültecileri kabul etmemişti. Capa mülteci merkezi önünde karagözlü bu güzel kızı gördüğünde şunları söylemiştir: “Bir kenarda durup çevremdeki ıstırabı kaydetmekten başka bir şey yapamamak  her zaman pek kolay olmuyor”

28 Ocak’ta sınırı geçecek 400bin erkek, kadın ve çocukla beraber o da İspanya’dan ayrıldı. Tükenmişti, daha fazla şey görmeye tahammülü yoktu. Artık tüm dergilerin kabul ettiği büyük bir fotoğrafçı olmuştu. Bu yıllarda dileği kabul olmuş, bir savaş fotoğrafçısı olarak işsiz kalmıştı. İşe ilk başlarken yaptığı gibi daha sıradan hikayelerle uğraşması gerekiyordu. Önce NewYork’a ailesinin yanına gitti ama vize sorunu çıkınca Amerika dışına çıkması gerekmişti. Life onu Meksika’ya gönderdi. 

9.10.10

Robert Capa'nın Hayat Hikayesi (9.bölüm)

9.bölüm: Çin Savaşı


Bu bölümde anlatılanlar:

Capa  21 Ocak 1938’de Joris Ivens’ın belgesel film takımıyla beraber ÇİN’e gitti. Avrupa’daki karışıklığı fırsat bilerek Çin’e saldıran Japonya karşısındaki Çün direnişini 6 ay boyunca fotoğrafladı. Çin’deki savaş İspanya’daki savaşın doğu cephesi olarak görülüyordu. Çinlilerin generali Cheang Kai Shek Çin komunistleri ile istilacı Japonlara karşı ittifak kurmuştu. Capa’nın yüksek savaş konseyinin toplantılarından birine girmesine bile izin verdi. Böyle bir izni ilk defa veriyordu. Fotoğraflar çok çeşitli yerlerde basıldı. Ertesi gün Alman danışmanların bombalanmaması için Alman bayrağıyla sarılmış trene binip gitmelerini bir telgraf direğine tırmanarak çekti. Almanlarla Antikomintern paktını imzalayan Japonlar onları gitmeye zorlamıştı. Japonlar Çin’i fethetmenin tek yolunun demiryollarını ele geçirmek ve onları kullanarak geniş ülkede kontrolü sağlamak olduğuna inanıyorlardı. Bu savaş bir demiryolları savaşı idi. Capa Çin’deyken 8.ordudaki çocuk askerleri de görüntüledi. Çin’de çocuk askerler yetiştiriliyordu. Bu fotoğrafı Life’ta kapak oldu.

Capa Çin’de Ivens’ın belgesel film takımına bağlı olduğu için rahat fotoğraf çekemiyordu, ayrıca pek bombardıman olmadığı için güzel fotoğraf çıkmadığını düşünmüş, daha sonra böyle birşeyden üzüldüğü için çok pişmanlık duymuş, bir dostuna şöyle yazmıştır: “Kendimi giderek bir sırtlana benzetiyorum. Yaptığın işin değerini biliyor olsan da, sinirlerini bozuyor. Herkes senin casus olduğundan ya da başkalarının ölümünden para kazanmak istediğinden kuşkulanıyor.”

Çin’de gönüllü olarak askerlik yapan birçok üniversite öğrencisi vardı.
Hankou’daki hava saldırıları İspanya’yı hatırlatıyordu.
Çin Savaşı’nda çoğu çiftçi olan siviller de ellerine ne geçerse silah olarak kullanıpdirenişe katkıda bulundular.
Japonlar Hankou’ya doğru ilerledikçe General Cheang Kai Shek Sarı Nehir setlerinin yıkılmasını emretti. 11 kent, 4 bin köy sular altında kaldı, 3 eyaletin ürünü mahvoldu, 2 milyon kişi evsiz kaldı.
Capa’nın fotoğrafları Çin’in savaş boyunca kazandığı zaferin en iyi belgeleri oldu.
Capa Çin’de ilk defa Kodachrome marka renkli film kullandı. Bu renkli fotoğraflar Life’ta yayınlandı.

8.10.10

Robert Capa'nın Hayat Hikayesi (8.bölüm)

8.bölüm: Gerda’nın ölümü – Teruel



Capa Paris’e dönerken Gerda da Madrid’in batısında yeni başlayan cumhuriyetçi saldırısını izlemeye gitti. Askerlerin taktıkları lakapla Küçük Kızıl Kafa cephede cesareti ve neşesi ile ünlüydü. Bu ufak tefek neşeli kadın her cephede sevinçle karşılanırdı. Fakat Gerda da ölümü bir cephede karşılayacaktı. Düzensiz bir geri çekilme esnasında tankın altında kaldı. Acılar içerisindeydi. O gece ameliyata alındıysa da 29 temmuz sabahı öldü. Gerda yaşarken özlediği şöhrete ölünce kavuştu. Son zamanların Jean Darc’ı olarak anılıyordu. Capa üzüntüden mahvoldu. Onu ölümüne sebeb olduğu mesleğe soktuğu ve songün yanında olmadığı için kendini suçluyordu. Evlenmeyi düşündüğü aşık olduğu Gerda’yı kaybedince savaş hakkında şu sözleri etmiştir:
'Hayatımın sonuna kadar
 bir savaş fotoğrafçısı olarak işssiz kalmak istiyorum.'
'Savaş, yaşlanmakta olan bir aktris gibidir: giderek daha tehlikeli ve daha az fotojenik bir hale gelir .'


Acısını bastırmak için daha önce New York’a taşınmış ailesinin yanına gitti.  Bir yandan ailesi ile hasret giderirken bir yandan da LIFE ile sözleşme imzaladı. Bu arada İspanya İç Savaşı fotoğraflarından oluşan ‘Death in the Making’ isimli bir kitap basıp kitabı Gerda’ya ithaf etti.


New York’tan İspanya’da Teruel’e gitti. 15 Aralık sabahı cumhuriyetçiler Teruel’e büyük bir saldırı başlatmışlardı. Amaçları faşistlerin denize inmelerini engellemekti. Burada ileride çok iyi dost olacağı hatta bir baba gibi benimseyeceği ünlü yazar Ernest Hemingway ile tanıştı. Hemingway de cumhuriyetçilere destek olamk için gelmişti, aynı zamanda ünlü romanı ‘Çanlar Kimin İçin Çalıyor’ u da yazıyordu. Teruel Capa’nın Life’taki ilk büyük haberiydi. Dergi beş sayfasını bu habere ayırmıştı.  

7.10.10

Robert Capa'nın Hayat Hikayesi (7.bölüm)

7.bölüm: Madrid – Vallecas- Bilbao Bombalanması


Bu bölümde anlatılanlar:

Capa’yla Gerda eylül sonunda Paris’e geri döndüler. Bu arada Capa Paris’te bi iç tatbikatı görüntüledi. Sonra tekrar Madrid’e geri döndüler. Franco’nun ordusu 6 Kasım’da Madrid eteklerine gelmişti. Fakat Madrid’de beklemedikleri bir direnişle karşılaştılar. 17 Kasım gecesi faşist hava saldırıları Madrid’i tam bir cehenneme çevirmişti. Kent alevler içindeydi, sokaklar yanmış evlerinden taşınan insanlarla doluydu. Capa Madrid’deyken iki önemli haber üzerinde üzerinde çalıştı, biri kentin batı varoşlarındaki çatışmalar, diğeri hava saldırılarında evlerini kaybetmiş insanların acıları. Capa daha sonra bu görüntüler için şöyle diyecekti: “Savaş rutin bir hal almış, her zamanki gibi 'anormal' 'normal' olmuştu"

Aynı durum Vallecas işçi mahallesindeki hava saldırılarının kurbanları açısından da geçerliydi. Fotoğraflarda yine korku, hüzün, can sıkıntısı vardı. Paris’e döndüğünde fotoğrafları sansasyon yarattı. Regards 4 sayısının büyük kısmını ona ayırmış hatta 10 Kasım sayısının baş sayfasında reklamını yapmıştı: “Çarmığa Gerilmiş Başkent 
Madrid'deki Özel Muhabirimiz Capa'nın çok özel fotoğrafları”
Editörler iç sayfalarda şöyle diyorlardı: “Dergimiz, okurlarına faşistlerin bombardımanı altındaki Madrid sakinlerinin trajik yaşamlarının sadık bir görüntüsünü verebilmek için en yetenekli ve cüretkar fotoğrafçılarından birini İspanya başkentine göndermiştir... Kendisi hayatını tehlikeye atarak bu benzersiz belgeleri yaratmıştır...”


Capa Paris’e geri dönüp yeni kurulan akşam gazetesi Ce soir’in kadrolu fotoğrafçılık teklifini kabul etti. Bu gazete için Laurel-Hardy Fan kulübünün yürüyüşünü, Brüksel’deki parlemanto ara seçimini görüntüledi. Ama gönlü İspanya’daydı. Biran önce faşistlerin yaklaşmakta olduğu Bilbao’ya varmak istiyordu. Mayıs 1936’da bombardıman başladı. Sirenler çaldığında insanlar çılgınlar gibi sığınaklara koşuyordu. Capa sokaklar boşalana dek fotoğraf çekmeye devam ediyordu. Capa’nın Bilbao fotoğrafları 27 Mayıs’ta Regards’ta yayınlandı

6.10.10

Robert Capa'nın Hayat Hikayesi (6.bölüm)

6.bölüm: Düşen Asker





Bu bölümde anlatılanlar:


5 Eylül günü Capa ve Gerda Cerra Muriano’ya kaçan halkın fotoğraflarını çekmeye gittiler. O gün Capa meslek hayatının en önemli fotoğrafını çekti. Düşen Asker fotoğrafı tarihin en iyi savaş fotoğrafı olarak nitelendirilirken bu fotoğrafın poz olup olmadığı çok tartışıldı.
Bu fotoğrafta cumhuriyetçi bir milise bir düşman kurşunu isabet etmiş ve adam yere serilmek üzeredir. Fotoğraf ‘Düşen Asker’ ismiyle dergilerde yayınlandığında hem çok ilgi toplar hem de gerçekliğinden çok şüphe edilir.
Bu fotoğrafta kırmızı çember içindeki düşen asker fotoğrafındaki askerdir, bu pozu verdikten çok kısa birsüre sonra ölecektir.
Düşen Asker fotoğrafı 23 Eylül’de Vu dergisinde yayınlandığında hemen altında başka bir fotoğrafta bir asker yere daha yakın görülmektedir. Başta aynı kişi oldukları iddia edilse de dikkatli bir inceleme ile ayrı kişiler oldukları belli olmaktadır.
Gerçek şu ki o tepede olanları asla bilemeyeceğiz. Ancak tüm spekülasyon ve çelişkilere rağmen Capa’nın Düşen Asker fotoğrafı çok güçlü bir görüntü olarak savaşta ölen tüm cumhuriyetçi askerlerin hatta cumhuriyetçi İspanya’nın bir sembolü olmuştur.Capa fotoğrafı için yöneltilen sorulara şöyle cevap vermiştir:
‘İspanya’da fotoğraf çekmek için hileye gerek yoktur. Kimseye poz verdirmek zorunda değilsiniz. Resimler oradadır, siz sadece çekersiniz. Gerçeğin kendisi en iyi çekim, en iyi propagandadır.’


5.10.10

Robert Capa'nın Hayat Hikayesi (5.bölüm)

5.bölüm: İspanya İç Savaşı



Bu bölümde anlatılanlar:

Ağustos’ta Capa ve Gerda Taro beraber İspanya’yaya gittiler. Gitmelerinin sebebi İspanya İç Savaşı’nın başlamasıydı. İspanya İç Savaşı seçimle iktidara gelmiş sol hükümeti ile başında General Francisco Franco’nun bulunduğu faşist koalisyonu karşı arşıya getirmişti. Franco Almanya ve İtalya’dan asker ve malzeme olarak büyük yardım alıyordu. Çaresizlik içinde bekleyen faşizm karşıtları İspanya İç Savaşı’nı faşizme sözden başka birşeyle de karşı çıkma fırsatı olarak gördüler.


Capa ve Gerda İspanya’ya bir ekip olarak gittiler. Gerda bir süredir profesyonel fotoğrafçılık yapıyordu. Tam bir ortak gibi çalıştılar İspanya’da. Capa’yla Gerda İbarcelona’daki cafelerdeki insanları, barikatlar üzerinde oynayan çocukları, elkonmuş arabaların sokaklardan hızla geçişini görüntülediler. Barcelona tren istasyonunda cepheye giden askerlerin eşlerine ve sevgililerine veda edişlerinin fotoğraflarını çektiler.


Kentte on gün geçirdikten sonra resmi bir basın arabası ile Aragon cephesine gittiler. Dağlık Aragon bölgesinde bir pat durumu vardı ve bir yıldan uzun süre devam etti.


Televizyon öncesi dönemde halk gelişmeleri yazılı basından takip ediyordu. Capa’nın fotoğrafları o zamanın ünlü dergileri Vu, Weekly Illustrated, Life gibi dergilerde yayınlanınca büyük etki yarattı. Capa’nın fotoğrafları daha önce yazılı basında görülmemiş şekilde güçlü ve direktti. Cumhuriyetçi askerler arasında kadın askerler de vardı. Dergiler o zamana kadar bir yenilik olan kadın İspanyol milislerin fotoğraflarını istiyordu.


Kasım 1936’da savaşın en şiddetli zamanları yaşanıyordu. Capa Enternasyonel Tugaylarla çok tehlikeli olan evden eve çatışmalara eşlik etti. Enternasyonel Tugaylar dünyanın dört bir tarafından gelerek gönüllü olarak cumhuriyetçilere destek vermek isteyen aydın gençlerdi.


Capa’nın fotoğraflarının iyi omasının bir sebebi de sadece cephe önünü değil cephe arkasını da fotoğraflamasıdır. Cephenin arkasında sıkılan, üşüyen ya da mektup yazan askerleri ve yaralı askerleri de görüntülemiştir.

3.10.10

Robert Capa'nın Hayat Hikayesi (4.bölüm)

4.bölüm: Popular Front, BM toplantısı, Verdun




Bu bölümde anlatılanlar:

1936 yılında Fransa’da büyük bir politik huzursuzluk vardı. Mayıs’ta seçim yapılacaktı. Popular Front (Halk Cephesi) adında nazism karşıtı, solcu, liberal, antifaşist bir koalisyon kurulmuştu. Koalisyon komunist ve sosyalist partilerden oluşuyordu. Koalisyonun başı seçkin bir edebiyatçı olan Leon Blum idi. Halk Cephesi öyle büyük şeyler vaat ediyorduki taraftarlarında büyük çoşku ve iyimserlik yaratmıştı. Halk sokağa dökülüp Halk Cephesini destekleyen gösteriler yapıyordu. Andre bu dönemde Paris’in heryerindeydi, tüm gösterileri ve olayları takip etmeye çalışıyordu. O ilkbaharda Halk Caphesi taraftarlarının yürüyüş yapmadığı bir Pazar bile geçmedi. Chim Regards editörlerini Andre’nin fotoğraflarını alması için ikna etti, bu çalışmadan çok para kazanmasa da Halk Cephesinin başarılı olacağına inandığı ve desteklediği için gönülden yapıyordu.  3 Mayıs Pazar günü küçük burjuvalarla işçilerin beraber yaşadığı Saint Denis bölgesini ve oradaki seçmenleri görüntüledi. Kentin dört bir yanı parti posterleri ile donatılmıştı. Halk Cephesi çok büyük bir çoğunluk ile olmasa da seçimleri kazandı. Koalisyon başa geçtiğinde  vaadedilen reformlar gerçekleşmeyince biran önce uygulanması için işçiler greve başladılar. Andre gündüzleri eylem yapan, geceleri de makinelerinin başında uyuyan işçilerin arasındaydı. Renault fabrikasına girmeyi ve fotoğraf çekmeyi başarmıştı. Bu fabrikalar arasında yakın dostu Bresson’un ailesinin fabrikası Cartier Bresson Dokuma Fabrikaları da vardı. Başlarda çok keyifli geçen eylemler zaman geçtikçe yorucu olmaya başlamış, ilk heyecanlar tükenmişti.


Popular Front haberlerinden sonra Paris’te çeşitli olayları fotoğraflamaya devam etti.


Pekçok fotoğrafçı gini Andre’de 1936’da Cenevre’deki Birleşmiş Milletler toplantısını izlemeye gitti. Etiyopya imparatoru ulusuna yapılan İtalyan saldırısını protesto ederken İtalyan gazeteciler ıslık çalmaya başladılar. Bir İspanyol gazeteci eylemci zannedilerek tutuklandı. Fotoğrafçılar içeride toplantıyı çekerken Andre gazeteciyi takip etti. Gazeteci ısrarla suçsuz olduğunu anlatırken polisler ağzını kapatıyorlardı. Bu fotoğraflar Life’ın öncüsü Vu’da yayınlandı. Gerda fotoğrafları yine Robert Capa çekti diyerek satmaya çalıştı fakat Vu editörü tesadüfen Andre’yi olayı fotoğraflarken görmüştü, Gerda’ya şöyle cevap verdi: “Şu Robert Capa çok ilginç biri olmalı, ama sen o resim çekip duran kirli ceketli Friedmann’a yarın sabah 9 'da masamda olmasını söyle.” Böylece Andre ile Gerda’nın hilesi ortaya çıkmıştı, bu olaydan tamamen Robert Capa adını kullanmaya başladı.


Capa Cenevre’den döndükten sonra Paris’in kuzeydoğusundaki Verdun kasabasına gitti. Burada 1. Dünya Savaşı’nın en uzun muhaberelerinden biri yaşanmış 300 binden fazla kayıp verilmişti.  20.yıldönümü için dev bir barış mitingi yapılacaktı. Capa o gece yüzlerce ışıkla aydınlatılmış mezarlıkta askerlerin mezarlara bir buket çiçek bırakmasını görüntüledi. Mezarlığın dört bir yanında Ateşkes!! Diye sesler yükseliyordu fakat ateşkes uzun sürmeyecekti. 

2.10.10

Robert Capa'nın Hayat Hikayesi (3.bölüm)

3.Bölüm: Gerda aşkı, İsim Değiştirme


Bu bölümde anlatılanlar:

Andre bu yıllarda tesadüfen Gerda Pohorylle isimli Alman göçmeni bir kız ile tanıştı. Zeki, neşeli, zevkli ve özgür bir kişiliği vardı. Andre genç kıza çarpıldı. Çok geçmeden birbirlerinden hoşlanmaya başladılar. Gerda Andre’nin saından kıyafetine tüm tarzını değiştirdi. Andre de Gerda’ya fotoğrafçılığı öğretti. Her ikisi de solculuğa kendilerini adamış insanlar olarak fotoğrafın antifaşist gayeye önemli bir katkısı olacağına inandılar. Andre Gerda’ya duyduğu aşkı Kertesz’e yazdığı bir mektupta şöyle ifade ediyordu: "Hayatımda hiç bu kadar mutlu olmamıştım! Artık Gerda 'yla beni sadece kazma kürek ayırabilir."

Andre fotoğraf ve hikayelerini Fransız editörlere satmakta zorlanıyordu. Gerda’yla bir plan yaptılar. ROBERT CAPA adında zengin ve başarılı, Amerikan, hayali bir fotoğrafçı yaratmaya karar verdiler. Andre fotoğraf çekiyor, Gerda da bunları ünlü Robert Capa çekti diyerek yüksek fiyatlardan satmaya çalışıyordu. Planları işe yaramıştı, Robert Capa adı yavaş yavaş ün kazanmaya başladı.

Peki neden Robert Capa adını seçmişti? Bir sinema hayranı olan Andre, Camille filmiyle ünlenen Robert tAylor isimli aktörü, ‘Platinium Blonde’ ve ‘It Happened One Night’ filmleriyle tanınan oscarlı yönetmen Frank Capra’yı çok seviyordu. Bu isimlerin ona şans getireceğine inandı. Annesine bir mektubunda şöyle yazmıştı: "Şimdi yeni bir ad altında çalışıyorum. Adım artık Robert Capa. Yeniden doğdum diyebilirim ama bu kez kimseye herhengi bir ıstırap yaşatmadım."

1.10.10

Robert Capa'nın Hayat Hikayesi (2.bölüm)

2.bölüm: Hitler - Paris - Saarland - İspanya


Bu bölümde anlatılanlar:

Andre’nin Dephot Ajansı’ndaki talihli dönemi çok uzun sürmedi. 30 Ocak 1933’te Hitler şansöliyeliğe atanınca Naziler de kitle fanatikliğini gözler önüne sermeye başladılar. 27 Şubat’ta Hitler komunist partiyi yasakladı ve dikdatörlük gücünü alabilmek için olağanüstü hal ilan etti. O gün binlerce solcu almaya’yı terketmek zorunda kaldı. Hem bir solcu hem de Yahudi olan Andre zaten sokaklarda ihanete uğramaya başlamıştı ve bu son gelişme karşısında Almanya’yı terketmek zorunda kaldı. Önce Budapeşte’ye ailesinin yanına döndü, kısa bir süre sonra da Csiki adlı arkadaşıyla beraber Paris’e gitmeye karar verdiler. Pairs’te de başlarda çok sıkıntı çektilerde hatta başlarda karınlarını doyurmak için küçük hırsızlıklar bile yapmak zorunda kaldılar.

Andre bu yıllarda Paris’te çevre bulabilmek amacıyla Cafe Du Dome isimli bir cafeye takılıyordu. Cafe Du Dome bir cafeden çok bir göçmen merkezi, iş bulma birosu, yeni fikirlerin konuşulduğu bir forumdu adeta. Bu cafede iki fotğrafçı ile arkadaşlık kurmaya başladı. İlk önce Chim lakabıyla tanınan David Seymour ile tanıştı. Chim zeki, hassas, yetenekli, yahudiliğe bağlı utangaç bir Polonyalı idi. Chim onu daha sonra Henri Cartier Bresson ile tanıştırdı. Bresson uzun boylu, iyi eğitim almış, aristokrat ama özgür ruhlu ve sınıfına isyan eden bir fotoğrafçıydı. Bu üç arkadaş politika ve fotoğraf hakkında konuşarak saatler geçirirlerdi. Birbirlerine cesaret vererek birbirlerinden çok şey öğrendiler.


Andre Paris’te 1934 ilkbaharında Avrupa’nın en başarılı ve saygın fotoğrafçılarından biri olan Andre Kertesz ile tanıştı. Kertesz Alman resimli dergilerine Fransızların evabı olan Vu Dergisine katkıda bulunanların başında geliyordu. Andre ve Kertesz arasında güçlü bir bağ ve sevgi oluştu. Kertesz ona gerçek anlamda fotoğrafçılığı öğretti. Andre onun liderliğinde bir Leica makine alıp kalabalığın arasına sızmaya başladı.

Bu yıllarda yaptığı bir çalışma Saarland'de oldu. 13 Ocak 1935'te Saarlıların bölgelerinin siyasal kaderini belirleyecek bir referandum yapılacaktı. Burası kömür zengini, sanayileşmiş ve halkın çoğunluğunun Almanca konuştuğu bir bölgeydi. Bölge Birleşmiş Milletler gözetiminde Fransızlar tarafından yönetilmekteydi. Fakat Saarlılar daha yüksek ücret ve istihdam vaat eden Almanya ile birleşmek istiyorlardı. Vu, Saar haberini iki kısım halinde yayınladı. Andre'nin Fransız basınındaki bu çıkışı etkileyici olmuştu.

Andre 1935 baharında ilk defa İspanya’ya gitti. 14 Nisan’da İspanya Cumhuriyetinin 4. Yıldönümü kutlamaları yapılıyordu. Bu kutlamaları Madrid’de izleyen Andre ardından Sevilla’ya giderek burada kutsal hafta kutlamalarını izledi. İspanyolların zevkli ve eğlenceli hayatına hayran kaldı. Çok fotoğraf çektiği gibi parası yettikçe eğlencelere de katıldı. Çocuk yaşlı demeden İspanya’da pekçok fotoğraf çekti. Daha sonra Paris’e dönerek fırsat buldukça sokaklarda fotoğraf çekti. Bu yıllarda çektiği fotoğrafların daha çok çocuklar üzerinde yoğunlaştığını görürüz. Yetişkinlerin dünyasına meraklı gözlerle bakan çocuklar vardır karelerinde. Fakat bu yıllarda fotoğraflarını satamıyor, kimi zaman fotoğraf makinesini bile rehinciye vermek zorunda kalıyordu. Bu sıralar küçük işler yaptı. Paris’te yaşam konulu fotoğraflar çekiyordu. At yarışlarını, sinemaya girme çabasında olan insanların ünlülerin taklidini yaparak yeteneklerini gösterdikleri Cine Crochet’i çekti.